Karanlık, yağmur çamur, alabildiğine kasvetli bir kış gecesiydi. Meşelik Sokak’ta, -sahibi Tanik efendi adında bir Ermeniydi- küçük bir meyhane vardı. Camı dantelli bir perdeyle örtülü kapı her açılıp sırılsıklam bir müşteri kendini içeri attığında, orta masada bir an sessizlik oluyor, arkasından bir alkış kıyamettir kopuyordu: – Sütlaç di’mi lan bu? Şişşt lan, Sütlaaaç… – Ooolum dedeme dönmüşsün lan, bu ne hal? Saim şuna bak şuna… Daha ‘Sütlaç’ Mehmet paltosunu çıkarıp 30 yıllık arkadaşlarıyla kucaklaşamadan kapı tekrar açılıyor, cigara dumanı ve is kokan lokantaya ayazla birlikte sırasıyla ‘Keke’ Hayri, Cımbız, “Lan şu bizim en ön sırada oturan ineğin adı neydi?” o, derken Cango, Deve Dilaver ve diğerleri birer ikişer zuhur ediyordu. Herkes gibi, lise bitince kopmuşlardı. Gidebilenler üniversite, herkes askerlik, iş, çocuk çocuk derken, yıllar…